Kutbu’n-nâyî Osmân Dede’nin Çârgâh Mevlevî Âyîni


Kutbü’n-nâyî Osman Dede (1642/1652? – 1729/1730)

1672 yılında Galata Mevlevîhânesi şeyhi Gavsî Dede’nin hizmetine girerek mevlevî olmuş, burada Arapça ve Farsça öğrenmiş, ney meşk etmiştir. Osmân Dede, Galata Mevlevîhânesi’nde on sekiz yıl neyzenbaşılık yapmış ve 1697 yılında bu Mevlevîhâneye şeyh olmuştur. Otuz üç yıl şeyhlik makâmında kaldıktan sonra 1729/1730 yılında vefât etmiş, Mevlevîhânenin mezârlığına defnedilmiştir.

Sülüs ve nesihde çağının usta hattâtlarından olan Osmân Dede’nin tasavvufî gazelleri, mesnevî şeklinde yazdığı Mi’râciye’si, âşıkâne şiirleri, nâ’tleri, Hazret-i Muhammed (SAV)’in mûcizelerini anlatan şiir şeklinde yazdığı bir eseri ve başka bazı nazîreleri günümüze ulaşmıştır.

Ney üflemedeki derecesi, “devrinin neyzenlerinin en büyüğü” anlamında, “Kutbü’n-nâyî” olarak anılmasından anlaşılmaktadır.

Râst, Hicâz, Uşşâk ve Çârgâh makâmlarından bestelemiş olduğu dört mevlevî âyîninden başka, Segâh, Müsteâr, Dügâh, Nevâ ve Hüseynî makâmlarından beş bölüm olarak bestelediği, her bölümü tevşîhlerle süslenmiş Mi’râciyesi Türk mûsikî san’atının hacim bakımından en büyük eseridir.

Osmân Dede, Türk mûsikîsinin teorisiyle de ilgilenmiştir. Kendi oluşturduğu nota yazım sistemi “Rabt-ı Tâbirât-ı Mûsikî” adını verdiği bir kitapla yayınlamıştır.

Çârgâh Mevlevî Âyîni’nin Nutk-ı Şerîfi – Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

Birinci Selâm

آتش نزند در دلِ ما الّا هو
كوته نكند منزلِ ما الّا هو
گر عالمیان جمله طبیبان باشند
حلّی نكند مشكلِ ما الّا هو

1
Âteş ne-zened der dil-i mâ illâ Hû
Kûteh ne-küned menzil-i mâ illâ Hû
2
Ger âlemiyân cümle tabîbân bâşend
Hallî ne-küned müşkil-i mâ illâ Hû

Rubâ’î, mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlün fa’ (1., 2. ve 4. mısra)
mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlün fâ’ (3. mısra)
Evhadüddîn-i Kirmânî’nindir (Kanar, 1999: Rubâî nu. 1724)

[Bizim gönlümüzü ancak O tutuşturur. Gideceğimiz yolu ancak O kısaltır.
Bütün insanlar tabîb olsa, bizim müşkülümüzü ancak O çözer.]

با آنكه از پیوستگی من عشق گشتم عشق من
بیگانه می باشم چنین با عشق از دستِ فتن

3
Bâ ân ki ez peyvestegî men aşk(ı) geştem aşk(ı) men
Bîgâne mî bâşem çünîn bâ aşk(ı) ez dest-î fiten

Recez, müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 1808, 1. beyit)

[Birleşmekle benim aşk olmama, aşkın ben olmasına rağmen, fitnelerin eliyle aşkla böyle yabancı oluyorum.]

امروز سماع است و مُدام است و سَقایی
گردان شدە بر جمع قدحهایِ عطایی
فرمانِ سَقی الله رسیدە است بنوشید
این تن همە جان شوق ز اخوانِ صفایی

4
İmrûz(i) semâ’est_ü müdâmest_ü sakâyî
Gerdân şüde ber cem’(i) kadehhâ-yi atâyî
5
Fermân-ı sekallâh(ı) resîdest(i) bi-nûşîd
În ten heme cân şevk(i) zi ihvân-ı safâyî

Hezec, mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 2635, 1. ve 2. beyit)

[Bugün semâ var, mey var, sâkî var, sâkîlik var. İhsân kadehleri toplulukta döndürüldü.
“Allah içirdi” fermânı ulaştı, içiniz. Bu ten bütünüyle cân, şevki safâlı kardeşlerinden.]

بیایید بیایید كە دلدار رسیده است
بیایید بیایید كە گلزار دمیده است

6
Bi-yâyîd(i) bi-yâyîd(i) ki dildâr(ı) resîdest
Bi-yâyîd(i) bi-yâyîd(i) ki gülzâr(ı) demîdest

Hezec, mefâ’îlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 329, 1. beyit)

[Gelin, gelin, sevgili ulaştı; gelin, gelin, gül bahçesi yeşerdi.]

سورۀ وَاللّیْل دیدم وصفِ گیسویِ شماست
والضُّحی خواندم سراسر نسخۀ رویِ شماست
آیت آیت تا بە سویِ قَابَ قَوْسَیْن آمدم
چون نظر كردم بدیدم طاقِ ابرویِ شماست

7
Sûre-î Ve’l-leyl(i) dîdem vasf-ı gîsû-yî şümâst
Ve’d-duhâ hândem serâser nüsha-î rûy-î şümâst
8
Âyet_âyet tâ be sûy-î kâbe kavseyn_âmedem
Çün nazar kerdem bi-dîdem tâk-ı ebrû-yî şümâst

Remel, fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün

[Ve’l-leyl Sûresi’ni gördüm, sizin saçınızın vasfıdır; Ve’d-duhâ Sûresi’ni okudum, baştanbaşa sizin yüzünüzün nüshasıdır.
Âyet âyet kâbe kavseyn’e (iki yay kadar) geldim. Bakınca senin kaşının kavsi olduğunu gördüm.]

İkinci Selâm

سلطانِ منی سلطانِ منی
اندر دل و جان ايمانِ منی
در من بدمی من زنده شوم
يک جان چه شود صد جانِ منی

9
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil_ü cân_îmân-ı menî
10
Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî

Bilinmeyen vezin, mef’ûlü mefâ’îlün fe’ilün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 3137, 1. ve 2. beyit)

[Benim sultânımsın, benim sultânımsın; gönlümde ve cânımda îmânımsın.
Bana üflersen, ben dirilirim; bir cân da nedir, benim yüz cânımsın.]

ای عاشقان ای عاشقان من خاك را گوهر كنم
ای مطربان ای مطربان دفّ شما پر زر كنم

11
Ey âşıkân_ey âşıkân men hâk(i) râ gevher künem
Ey mutrıbân_ey mutrıbân deff-î şümâ pür zer künem

Recez, müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 1374, 1. beyit)

[Ey âşıklar, ey âşıklar! Ben toprağı mücevher yaparım. Ey mutrıblar, ey mutrıblar! Sizin definizi altınla doldururum.]

Üçüncü Selâm

ای شهد نوشینِ لبت پاك از همە آلودگی
بنْشین كە تا باز ایستد چشمم ز خون آلودگی

12
Ey şehd(i)nûşîn-î lebet pâk_ez hemê âlûdegî
Binşîn ki tâ bâz_îs(i)ted çeşmem zi hûn-pâlûdegî

Recez, müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün

[Ey (sevgili), dudağından bal içen bütün bulaşıktan temizdir. Otur ki, gözüm kanlanmaktan geri dursun.]

ای كە هزار آفرین بو نیجە سلطان اولور
قولی اولان كیشیلر خسرو و خاقان اولور
هر كە بوگون ولدە اینانوبن یوز سورە
یوقصول ایسە بای اولور بای ایسە سلطان اولور

13
Ey ki hezâr_âferîn bû nice sultân_olur
Kûlı olan kîşiler husrev_ü hâkân_olur
14
Her ki bu gün Vêled’ê înanuben yüz sürê
Yoksul_isê bây_olur bây_ise sultân_olur

Münserih, müfte’ilün fâ’ilün müfte’ilün fâ’ilün
Ahmed Eflâkî Dede’nindir (Uzluk, 1962: s. 295-296)

[Binlerce âferîn olsun, bu ne (yüce) sultânlıktır.
(Ki O’nun) kulu olanlar padişâh olur, hükümdâr olur.
Her kim bugün (Sultân) Veled’e inanarak izinden giderse,
Yoksul ise bey olur, bey ise sultân olur.]

این خانە که پیوستە در او چنگ و چغانە است
از خواجە بپرسید كە این خانە چە خانە است
چون روزِ قیامت كە كسی را سرِ كس نیست
از ذوق ندانست فلانست و فلانە است

15
În hâne ki peyveste der_ô çeng_u çegânest
Ez hâce bi-pursîd(i) ki în hâne çi hânest
16
Çûn rûz-i kıyâmet ki kesî râ ser-i kes nîst
Ez zevk(i) ne-dânist(i) fülânest_ü fülânest

Hezec, mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 332, 1. beyit ve farklı 13. beyit)

[İçinde çeng u çeğâne bulunan bu evin, nasıl bir ev olduğunu efendiye sorun.
Kimsenin, kimsenin derdinde olmadığı kıyamet gününde, zevkten kim kimdir bilemez.]

بشنو تو ز نی چه ها چه ها می گوید
اسرارِ نهفتە كبریا می گوید
رخ زرد درون تهی و سر دادە بە باد
بی نطق و زبان خدا خدا می گوید

17
Bişnev tü zi ney çihâ çihâ mî gûyed
Esrâr-ı nühüfte kibriyâ mî gûyed
18
Ruh zerd(i) derûn tehî vü ser dâde be bâd
Bînutk_u zebân Hudâ Hudâ mî gûyed

Rubâ’î, mef’ûlü mefâ’ilün mefâ’îlün fa’ (1., 2. ve 4. mısra)
mef’ûlü mefâ’ilün mefâ’îlü fe’ûl (3. mısra)

[Sen dinle neyden neler neler söylüyor; Hakk’ın gizli sırlarını söylüyor.
Yüzü sarı, içi boş, başını kaybetmiş; konuşmasız ve dilsiz, Allah, Allah diyor.]

مَوْلایِ اَنَا التَّائِبُ مِمِّا سَلَفا
هَلْ یُقْبَلُ عُذْرُ عاشِقٍ قَدْ تَلَفا
إنْ كانَ نَدامَتِی صُدُودًا وَ جَفا
مَوْلایِ عَفَی اللِّهُ عَفَی اللَّهُ عَفا

19
Mevlâye ene’t-tâibü mimmâ selefâ
Hel yukbelü özrü âşıkin kad telefâ
20
În kâne nedâmetî sudûden ve cefâ
Mevlâye afallâhü afallâhü afâ

Rubâ’î, mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ul (1. ve 4. mısra)
mef’ûlü mefâ’ilün mefâ’îlü fe’ul (2. ve 3. mısra)
(Dîvân-ı Kebîr, Rubâî nu. 69)

[Allah’ım/Efendim! Geçenlerden tövbe ettim. Yok olan âşığın özrü kabûl edilir mi?
Pişmânlığım bir yüz çevirme ve cefâ ise de Allah affetsin, Allah affetsin, affetsin Efendim.]

باز رسیدیم ز میخانە مست
باز رهیدیم ز بالا و پست

21
Bâz(ı) resîdîm(i) zi meyhâne mest
Bâz(ı) rehîdîm(i) zi bâlâ vü pest

Seri’, müfte’ilün müfte’ilün fâ’ilün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 515, 1. beyit)

[Meyhâneden sarhoş geldik yine; yukarıdan ve aşağıdan kurtulduk yine.]

باز از آن كوهِ قاف آمد عنقایِ عشق
باز بر آمد ز جان نعرۀ هیهایِ عشق
عشق ندایِ بلند كرد بە آوازِ پست
كای دلِ بالا نگر در قدِ بالایِ عشق

22
Bâz(ı) ez_ân kûh-i Kâf_âmed Ankâ-yı aşk
Bâz(ı) ber_âmed zi cân na’re-i heyhâ-yı aşk
23
Aşk(ı) nidâ-yî bülend kerd(i) be âvâz-ı pest
Key dil-i bâlâ niger der kad-i bâlâ-yı aşk

Münserih, müfte’ilün fâ’ilân müfte’ilün fâ’ilân
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 1311, 1. ve 8. beyit)

[Aşk ankâsı o kaf dağından geldi yine; cândan aşkın heyhay nârâsı yükseldi yine.
Aşk alçak sesle yüksek bir çağrı yaptı: Ey yüce gönül! Aşkın yüce boyuna bak.]

کجاست مطربِ دل تا ز نعرههایِ صلا
درافکند دمِ او در هزار سر سودا
چو آفتابِ جمالت بر آمد از مشرق
ز ذره ذره شنیدم که نِعْمَ مولانا

24
Kücâst(ı) mutrıb-ı dil tâ zi na’rehâ-yı salâ
Der_efkened dem-i ô der hezâr(ı) ser sevdâ
25
Çü âfitâb-ı cemâlet ber_âmed_ez meşrik
Zi zerre zerre şinîdem ki ni’me Mevlânâ

Müctes, mefâ’ilün fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün/fa’lün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 223, 1. ve 7. beyit)

[Gönül mutrıbı nerede, haydi nârâlarıyla nefesi binlerce başa sevdâ salsın.
(Senin) güzellik güneşin, doğudan yükselince zerrelerden duydum: Ne güzel efendimiz!]

Dördüncü Selâm – Fourth Selâm

سلطانِ منی سلطانِ منی
اندر دل و جان ايمانِ منی
در من بدمی من زنده شوم
يک جان چه شود صد جانِ منی

26
Sultân-ı menî sultân-ı menî
Ender dil_ü cân_îmân-ı menî
27
Der men bi-demî men zinde şevem
Yek cân çi şeved sad cân-ı menî

Bilinmeyen vezin, mef’ûlü mefâ’îlün fe’ilün
(Dîvân-ı Kebîr, Gazel nu. 3137, 1. ve 2. beyit)

[Benim sultânımsın, benim sultânımsın; gönlümde ve cânımda îmânımsın.
Bana üflersen, ben dirilirim; bir cân da nedir, benim yüz cânımsın.]

Çeviri: Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu